(Konfor)a Dair
-Traş olacağım, biraz sıcak su lazım, mutfakta ateş var mı?
-Hayır, bitmiş!
-Soba yanıyorsa orada ısıtınız!
-Çoktan sönmüş...
-Peki gazocağını yakıverin!
-Geçen gün tıkanmıştı, iğnesi de alınmadı, yanmıyor...
-Hay aksi şeytan hay, şu isporto lambasına bak, belki içinde biraz kalmıştır.
-Onu da nereye koymuşlar bilmem ki... Dün şuracıktaydı, birisi almış, durun, arayayım!
-Canım, hala bulamadınız mı?
-Buldum amma tamtakır, zaten ne zamandır ispirto alınmıyordu ki...
-İsportaya da lanet traşa da, insan evinde istediği zaman bir dirhem sıcak su bulamadıktan sonra ...
-Biraz bekleyiniz, şimdi ateş yakarız!
-İstemez, istemez, hacet yok, şu lambayı yakınız, bana da bir cezve veriniz, üzerine tutar, ısıtırım! Kolacıdan gömleklerim geldi ya?
-A, bak onu aldırmayı unutmuşuz!
-Halbuki dün sabah tembih te etmiştim ...
-Evet amma hatırlamaya vakit mi kaldı? Yağmur boşanıp ta evin her tarafı akmağa başlayınca şaşırdık... Ne sofa kaldı, ne yemek odası, ne küçük oda... Vallahi merdivenlerden aşağı sel akıyordu!
-Havalar açılsın da bir baktıralım, hele siz Marikayı kolacıya gönderiniz de...
-Marika sobacıya gitti.
-Ne yapmaya?
-Solandaki boru akıyor, sabahleyin girdim ki halı, kanepe berbat; hep leke olmuş...
-Vah vah, çıkmaz da... Bari hemen sileydiniz!
-Sildik ama fayda etmedi... Bu terkos suyu ile ne yapacağız bilmem?
-Ne oldu ki?
-Patlamış, Hem de toprağın altından... Dün farkına vardık, saati kapattık, şimdi sarnıçtan kova ile yukarı su çıkarıyoruz, pek güç oldu!
-Onu beş liradan aşağı yaptıramayız, Günlerce boşa akması olması da caba... Zaten geçen sene de patlamıştı, ne olacak, kurşun boru öyledir!... Gömleksiz ne yapacağız? Kim getirecek?
-Biraz beklersiniz, Marika gelsin, tekrar gider...
-İyi ama vapur kaçacak, yarıma yetişemezsem sonra iki buçuk saat vapur yok, işlerim altüst olacak!
-Ne yapalım canım, Bugün de temiz gömlek giymeyiveriniz, Kıyamet kopmaz ya!
-Peki peki, vazgeçtik, siz bana yemek hazırlatıverin de...
-A, daha bir şey hazırlanmadı ki... Aşçı kadında surat bir karış!
-Bacadan dolayı mı?
-Öyle ya, Lodos esti mi göz gözü görmüyor, duman ta yukarı katlara kadar doluyor.
-Allah belasını versin, komşunun damı sebep, hiç olmazsa bacayı bir buçuk metre yükseltmeli başka türlü kurtulamayız. Daima tüter? Bana bari iki yumurta kırdırsanız!
-Yumartamız bitti, dün birdenbire öğle üzeri misafir geliverdi. Yemeğe kaldılar, hepsini pişirdik!
-Vakitsiz, habersiz bu zamanda misafirliğe de gelinir mi? Bu ne insafsızlık! Acaba aşçı bakkala kadar gidip alamaz mı?
-Gider amma bütün gün homur homur söylenir, lanet karının biri, bugün de İstanbul’da yeyiveriniz!
-Hay hay, olur. Benim lacivert pantol yine ütülenmedi mi?
- Ne ile ütülenecekki... Bir haftadır söylüyoruz, ütünün kulbu kopmuş, tutulmuyor, çamaşırlar bile sepette kaldı, onu bügün mutlaka yaptırmalısınız!
-Bir kağıda sarınız, hazır olsun, aman unutmayalım!
-Bir de huni alsanız, gaz koyarken döküyorlar.
-Olur. Ay bu duvara ne olmuş?
-Birdenbire sıvasından koca bir taş düşüverdi, çocuk ta altında idi, galibe yağmur işlemiş...
-Öyle, bu dam bize iş açacak... Bak, yine fotin bağı almayı unutmuşum, vapur vakti de geldi, şimdi düğümlemek ne güç birini ilmik ederken diğeri kopuyor... Bari yine sarıları giyeyim!
-Biraz durunuz da temizlesinler!
-Çorap bağlarımı bulamıyorum, akşam nereye koymuştum? Hah burada imiş, ayakkabılar silindi mi?
-Buyurunuz!
-A bu ne? İçine kadar sırılsıklam...
-Aşçı kadının elinden birşey gelmiyor demiyor muyum? Savmaktan başka çaremiz yok... Yine siz siyahları giyiniz!
-Bağları kopuk dedik a, ıslak, mıslak sarıları giyeceğim... Allahaısmarladık!
-Güle güle! Ha söylemeyi unuttum, mutfağın çukuru tıkanmış taşıyor. Bir de...
-Daha ne var?
-Hamamın sobası hala tamir olunmadı da!...
-Hamam da eksik kalsın!
Konfor rahatlık demektir, traş için bir fincan sıcak su sağa sola başvurarak, bin müşkülatla yarım saate ancak tedarik edilebilen bir evde konforun kafı yoktur. Konfor için evvela sağlam bir ev lazımdır, bir ev ki durup dururken damı akmaz, sıvası dökülmez, ocağı tütmez, borusu patlamaz, hamamı bozulmaz... Rüzgar girmez, soğuk işlemez, yağmur sızmaz... İçi dışı boyalıdır, kapıları ağırdır, çarpılmaz, gıcırdamaz, çerçeveler ısınır, bir hizmetçi ile idare olunur. Hülasa mimar elinden çıkmış, fen dairesinde yapılmış, luzumlu eşya ile döşenmiştir. Halbuki bizim evlerimiz –ekseriyetle- bir çadırdan daha az muhafazalıdır. Hani çingenenin biri, karlı bir havada, balık ağı gibi delik deşik olmuş çergisinden parmağın dışarı uzatmış da:
-Açıkta olanlara Allah acısın!
Demiş... Onun gibi bizimkide bir farz ve tahminden, bir teselliden ibarettir! Elli anahtar sahibi olanlarımız bile ev sahibi değildir. Evlerimize dinlenmek için değil didişmek için gireriz ve yorgun gelir daha yorgun çıkarız. Luzumlu her ne varsa elimizin altında bulunmaz; mesala çoğu evlerde on kuruşluk bir tirbuşonun yokluğu yüzünden ev sahiplerinin çekmediği bir eza kalmaz, biri şişenin dibine vura vura , elini avucunu hırpalayarak, on dakika uğraşır beceremez; diğeri çakı, makas sokar, mantarı darmadağın eder, kalanıda içine kaçırır, sonra ne ile kapayacaklarını bilemezler, kafa kafaya vuruşurlar, kavgalar ederler... Ve yine de kaç defa kesilir, terden hafakan boğar da yine de bir teneke maymuncuğu tedarik etmeyiz!
Eşyamızdan hiçbiri rahatı temin edemez. Kazık gibi sandalyeler, dimdik kanapeler, çumçukur koltuklar vardırki sanki azamıza istirahat vermek için değil, iz’aç için yapılmıştır... Yemek odasının manasını daha binde bir kişi ihata edememiş, bir koltuğun hayattaki ehemmiyetini değme tahsil görmüşlerimiz anlıyamamıştır.(Konfor) için ala kalorifer, elektrik ve telefon lazım değildir; medeni bir seyyah çadır altında, (Çad gölü) sahilinde de konforu bulur, faydalı ve luzumu kadar eşyayı daima elinin altında bulundurmk suretiyle... Bizim evler hurdavat pazarıdır.
Ne evlerimizde, Ne elbiselerimizde, ne de yürüyüş ve konuşmalarımızda (konfor) vardır! Yürümemiz pek dar, konuşmalarımız pek boldur; evlerimizde üzülür, elbiselerimizde buluruz! Fakat böyle gelmiş, Böyle gider, ben razı, sen razı!
Bizim (Konfora dair) bir hayli memnuniyeti, rağbeti celbetti. Anlaşılan dünya konforsuzluktan müşteki imiş; kimi gördüsem:
-Aman ne doğru, ne doğru, tıpkı bizim evdeki hal!
Diyordu, bir kişi çıkıpta:
-Sen de amma izam etmişsin, mübalağının bu derecesi fazla...
Demedi; Hep tasvip, takdir gördüm. Hatta üç mektup aldım ki beni az yazdığımdan dolayı tenkit ediyordu. Alelusul bunlardan birisi bihakkın noksanlarımı yüzüme vuruyordu, şöyle diyordu:
‘Şayet kusur, ihmal saydıklarınızdan ibaret olsaydı ben yine razıydım. Zira o tasvir ettiğiniz evde hiç olmazsa bir hanım var ki dam aktığı zaman çalışıp yaşlılığı temizliyor, soba damlarsa siliyor, ateş sönerse yaktırmağı düşünüyor, gömleklerin kolacıdan getirtilmesini unuttu ise bile hiç olmazsa gönderilmesini ihmal etmiyor; birde, en mühimi, söz anlıyor, güler yüzle dinliyor, tatlı sözle cevabını veriyor. Bu ne saadet, ne mazhariyet! Bizim eve nisbetle o ev cennet... Bir de siz bizi görünüz: O saydığınız noksanlar bacadan mutfağın çukuruna kadar mevcut olduktan başka üstelik hanımın suratı da var... Beni asıl canımdan bezdiren, evi başıma büsbütün zindan eden o! Vallahi hepsine, gömleksizliğe, yemeksizliğe, ateşsizliğe, sele, dumana, çirkefe azabın her türlüsüne razıyım, o çehre, o acı sözler olmasa... Bacanın lodasta çekmemesinden tutunuzda sobanın bozulmasına kadar sanki sebep benim... Sabahleyin vazifeme gitmeden ve akşam döner dönmez dört, beş fasıl mücadele ve münakaşa ki insana yalın ayak başı kabak , yutsuz, meskensiz sokakta sürünen serserilerin hayatına gıpta ediyor. Mesela:
-Bana bakınız, bugün ne pişecek?
Diyor, bir sual ki cevabı zaten belli:
-Ya fasülye diyeceğim ya patetes! Fakat bunu o mahsus, diye soruyor:
-Ben artık bunları yiyemiyorum, bıktım, usandım!
Ben mütevekkil bir sima takınıyorum:
-Hanım, diyorum, korkarım daha sonra onu da bulamayacağız!
Hani keşke bulamasak...
İşte birinci fasıl böyle başlar, ikinciyi de dinlerim, üçüncüde kendimi sokağa dar atarım. Ooh! Sokak, ey darülaman! Ey ev ve aile kurbanlarının teselli ve teskin mahalli, ey kocalar yuvası, aile babalarının istirahat yeri!’
İkinci mektup:
‘Biribirinden kabaca dört küçük çocuk olan bir evi düşününüz... Sabahları tutuşmuş gibi dışarıya fırlıyorum, akşamları zindandan kaçıp ele geçen bir mahpus gibi, zorla istemiye istemiye dönüyorum... Maamafih ben hepsine, rahatsızlığın en ağır, en eziyetli çeşitlerine razı olurdum, yorgunluğumu çıkartmak için dört saat deliksiz uyku uyuyabilsem... Fakat ne gezer, birini uyuturken çocuklardan biri uyanıyor, onu tam uyutuyoruz, öbürü uyanıyor... Bu minval üzerine sabahlıyorum! Allahım ne olur, bir gececik deliksiz bir uyku ihsan etsen!’
Üçüncü mektubun sahibi şöyle diyor:
‘Konfor da ne kelime? Gündüzleri evim hatıra geldikçe cami tabutluğunu hatırlamış gibi yüreğimi gam kaplıyor... Neden mi diyeceksiniz? Şunun için ki bizim ev şimdi tamtakır kuru bakır, ne halı kaldı ne perde... Akşam oldu mu, idare lambasını yakıyor, yere serdiğimiz şilteye oturuyor ve ne konuşuyoruz biliyor musunuz? Bilemezsiniz, öyle bir sefalet içinde akla gelir şey değil: Terziye verdiğimiz Tayyörün biçimini, dikişçi kıza gönderdiğimiz bluzun işlemesini!’
Ago Paşanın Hatıratı Refik Halid