KırmızıToprak
 
  Başlangıç
  Forum
  İletişim
  Physics of the Immosible
  Kim Possible
  Translation Tercüme
  Kitap Özetleri
  Hikayeler
  => Herkese Bir Bomba KİSHON
  => Konfor'a dair
  LİDER EKONOMİ
  BİZ JAPONLARI ÇOK SEVİYORUZ
  Çin Altın Rezervi
  Portakallar ve Şehriyeler
  Fordist ve Postfordist dönem
  Toprak
  AFGANİSTAN SAVAŞI
  IRAK SAVAŞI
  KIBRIS VE STATÜKO
  ULUS DEVLET VE KÜRESELLEŞME
  Geyikler ve Trenler
  HİÇ BİR ŞEY KESİN DEĞİL
  ÜÇ ON’DAN BÜYÜKTÜR
  BİLE BİLE LADES
  TÜRKİYE İRAN REKABETİ
  TÜRKLER VE DUYGUSALLIK
  SIRADAKİ BASAMAK
  Batlamyus Zamansalı
  Uzaylı istilası ve dünya birliği
  Bizim devlet fakirden alıp zengine vermekte
  İran’ın Ajanları
  ABD’nin silah satışları ve İslam Dünyası
  Azerbaycan ekonomisi küçüldü
  Avrupa'nın Doğu sınırları
Hikayeler
Hiç
Bizi, Kadın ve erkek, daima sokaklarda, tren ve tramvay ve vapurlarda gören bir yabancı muhakkak:
Ne işgüzar halk, arı gibi çalışıyor, ömrünü iş peşinde geçiriyor! Diyebilir. Filhakika hepimiz, bakıyorum, büyük bir telaş ve faaliyetle vapurlara giriyor, trenlere koşuyor, tramvaylara atlıyor, yokuşları tırmanıyor, mühim, müstacel, karlı işler arkasında imişiz gibi sabahtan akşama kadar İstanbul içinde sağdan sola büyük bir telaş ve faaliyetle vapurlara atlıyor, yokuşları tırmanıyor, sağdan sola, soldan sağa adeta mekik dokuyoruz. Herkes telaşlı, herkes heyecanda, hekes aceleci ve hekes gayrette... Fakat herkes yine karsız yine işsiz ve boş! Sabahları balkondan caddeye doğru bakarken görürüm, komşu bir arkadaşım vardır, saat yedide evinden fırlar ve arkasından beni hayran bırakan bir sürat, bir gayret ve bir acele ile, ani keşifler, ihtiralar ve servetler peşinde imiş gibi, kendisini yokuşa bir verir, bir tırmanır bir anda kaybolur. Bu faaliyeti oturduğum yerde, seyrile adeta beni yorar, bana futur getirir. Geçen gün sordum:
-Nedir, dedim, o her sabah telaşın, nereye gidersin? Ne yaparsın?
-Hiç, dedi, ne gittiğim yer belli ne yaptığım iş!...
Bazı yazısız günlerimde matbaada oturup Babıali caddesinden inenleri çıkanları seyrederim. Çoğu tanıdığım adamlardır: Mazuller, mütekaitler, eski menfiler, sabık tacirler, hülasa bir sürü işsizler... Hiç birinin muayyen bir vazifesi takip ettiği bir işi yoktur. Fakat o kadar telaşla yürürler, hemen bir yere girecek, orada mühim bir iş yapacak imiş gibi görünürler ki – iç yüzlerini pek iyi bildiğim halde – bana bile şüphe gelir:
-Acaba, derim, bir müesseseye, bir memuriyete, bir ticarete mi girdiler?
Camı vururum, elimle sorarım:
-Nereye? Derim, kollarını havada sallayıp omuzlarını silkerler!
- Hiç! Derler..
Hoş sanki dükkanı, memuriyeti, vazifesi olanlar ne yapıyorlarki... Hangi akşam son vapura kalsam ahbabım bir dükkancı vardır, ona rasgelirim... İçimden derimm ki:
-İşte bir iş adamı! Bu saate kadar ticaretinin başından ayrılmıyor mühim bir karı olmasa bu fedakarlığa katlanır mı? Hem bak, ne yorgun, ne mecalsiz gözüküyor!
Ona da nihayet dün akşam sordum:
-Bu geç saate kadar ne işiniz olur? Dedim. Acı bir gülüşle başını salladı.
-Hiç! Dedi, kirayı çıkartamıyoruz. ..
Akrabamdan bir devlet memuru, bir kalem müdürü vardır ki her sabah muayyen saatte evden çıkar, kemali ehemmiyetle, tesbihini sallıyarak ve güya pek mühim işler yapacak, kararlar ittihaz edecek, hükümet bünyesinin canına can katacak imiş gibi kendisinde bir vekar bir ciddiyet vererek dairesine gider ve bakarım akşamları işten, zihni durmuş, kafası şişmiş gibi de azametli avdet eder. Onun bu halini görünce şöyle düşünürdüm:
-Demek ki devairde hala işler baştan aşkın; adamcağız acınacak halde; ah bu kırtasiyecilik!
Kendisine sordum:
-Bütün gün dairede ne yaparsınız? Dedim. Vekar ve azamete helal vermeden:
-Hiç! Dedi, gün olur ki hokkamı açmam!
Komisyoncu bir arkadaşım ise daima acul, daima meşgul yaşar; bir tramvaydan öbürüne atlarken, köprüyü çalakamçı araba ile geçerken hatta Babıali caddesini otomobile yaslanmış ok gibi aşarken görürüm. Yanında şapkalılar, koştuğunun altında dosyalar vardırç Muhakkak ki onun hayatı işle karla doludur. Bir gün tünelde rast geldim:
-Allah versin, yine faaliyettesin... Kimbilir ne işler yapıyorsun?
Dedim. Acayip bir bakışla beni süzdü:
- Hiç dedi, dostlar alışverişte görsün!
Bazı tanıdıklarım da vardır ki muvaffakiyetsizliklerini bu derece sarahatle söyleyemezler:
-Tam işi kıvamına getirdim, bin lirayı cebe indiriyordum. Aksi gibi adamcağız fücceten ölüverdi! Derler. Ben ısrar ederim:
-Peki amma derim, yarısını olsun da mı alamadın?
-Hiç der, beş parasını bile...
Bir kısım ahbablarımda daima muvaffakiyetli bir iş peşindedirler:
- Azizim derler, görüyorsun ya, ilk vapurla iniyorum, son vapura daradar dönüyorum... Öyle mükemmel bir iş peşindeyim ki... Bir oldu mu artık gel keyfim gel! Şaka değil, hisseme tam on beş bin lira düşecek!
-İnşallah, derim, acaba ne zaman biter?
-Nihayet haftaya!
Fakat ben pekala bilirim ki ne haftaya, ne seneye bu işin bitmesine imkan yoktur; onun böyle haftasını beklediği bu kaçıncı on beş bin liralık iştir?... Nihayet bir kaç ay sonra karşı karşıya geliriz:
- Ne oldu, derim senin o karlı iş?
- Hiç! Der, Allah belasını versin şu buhran yok mu, muamaeleyi altüst etti; fakat şimdi bir balkasını buldum. Hem bu daha emin, beş bin liralık amma yarın öbürgün dercep ediyorum! Pardon, senden çabuk ayrılıyorum, şerikim yazıhanede bekliyor da...
Aradan aylar geçer, yeni bir tesadüf esnasında sorarım:
-Geçen sefer bana bir işten bahsetmiştin, Hani beş bin liralık bir kömür işi...
- Ha! Evet, hatırladım...
-Bari eline bir şey geçti mi?
- Hiç! Der, banka müdürü aksi gibi değişiverdi. Mamaafih...
Mamaafih ötesi malum: Daha emin, daha karlı yeni bir iş bulmuştur, şimdi onun peşindedir!
Bazı zevat ta vardır ki ameli işlere girerler: Kimi Tavukçuluğa kalkar, aylarca kaz ördek ve piliç sürüsü içinde tavuk biti ayıklayarak ve hindi yavrularının arkalarını yağlıyarak ömür geçirir; Avrupadan kuluçka makineleri, fenni kümesler getirtir, öyle uğraşır, öyle yorulur, öyle zayıflar, perilan olur ki insanın bir sakat dilenciden fazla merhametini rikkatini celbeder. Neden sonra, bakrım ki artık tavukçuluk lafını ettiği bile yok... Halbuki saatlerce bana proje dinletir, izahat verirdi:
-Ne oldu sizin kümesçilik, derim, ne kar bıraktı?
-Hiç, der, üste ziyanda ettik!
Bir başkası da arıcılığa kalkmış, yeni usul kovanlar yaptırıp bal ticaretine kalkmıştı. Ekseriya yüzü gözü şiş içinde karşıma çıkardı:
Ay, yine ne oldu, yine sizi arılar mı soktu? Derdim. Sağ yanağı balon gibi şişmiş gözü darı gibi ufalmış, o acılı iltihaplı halinde güler:
-Ne yapalım, ticaret bu... Para kolay kazanılmaz! Derdi. Çoktandır bakıyorum yüzü artık şiş değil:
-Galiba dedim, arıcılıktan vazgeçtiniz, az kar bıraktı!
-Hiç! Dedi, azı nerede? Balcılık bana zehir oldu?
İşte görüyorsunuz ya her sualin cevabı daima bu değişmez kelime, bu:
-Hiç!
Binaenaleh artı kanaat hasıl ettim ki sabahlein o trenleri dolduran, vapurları taşıran, tramvayları donatan halk; o caddeleri kaplıyan, birbirini çiğneyen, koşan ve didişen bizler, bütün bu gayretli, aceleci hareketimize rağmen hiç, hiç bir iş yapmıyor bu gidip gelişlerden hiç, hiç bir semere alamıyoruz. Akşamları halkı seyrediyorum; hepsinin yorgun simasında şu gizli ifade seziliyor:
-İşte bomboş geçen bir gün daha... Yine hiç, hiç bir şey yapmadım! Evet Muhakkak ki o iki bin kişi içinde muvaffakiyeli bir iş avdet eden iki kişi yok... Hepimizin yaptığını bir araya toplasak bir incir çekirdeğini doldurmaz. Edebiyatı cedide şairlerinin ‘hiçi hayat’ dedikleri zahir bu olsa gerek... Siz akşam, evlerine dönenlerin yüzünde eski türkçe:
-Hiç!
Kelimesinden, bu şekle, bu resme, bu çizgiye benziyen bir acayip gülüş görmüyormusunuz? Ben görüyorum... Hatta aynaya baktığımda kendi yüzümde bile!
25 Haziran 1921
Ago Paşanın Hatıratı
Refik Halid
 
 
   
English Blog  
 

Blog

 
45038 ziyaretçi (84698 klik) burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol